Monday 8 July 2013

BİR YILDIZ DAHA KAYDI...

BİR YILDIZ DAHA KAYDI...

H. Selda Aksoy
07.07. 2013

Bazı insanları anlatmak zordur, ne kadar anlatmaya çalışsanız da eksik, yarım kalır. Cünkü onları ancak yaşayabilirsiniz.

Sevgili dayıcığım Paşa Karakoç'da bu insanlardan biridir.

O hayatını devrimci mücadeleye adamış, insan sevgisini kendine rehber edinmiş ve hayatı boyunca bundan taviz vermemiş bir güzelliktir. O, en zor anlarda umudunu asla kaybetmemiş, başka bir dünyanın, daha hakça, daha insanca bir yaşamın mümkün olduğuna dair inancını her daim diri tutmuş ve her zaman buna uygun davranmış gerçek bir devrimcidir.

Dayım 7 Nisan 1952'de Elbistan'ın Yenisöğüt Köyü'nde dünyaya gelmiş, 8 kardeşin üçüncüsüdür. Annem kardeşlerin en büyüğüdür. Çok genç yaşda ikinci kardeşleri olan Ayşe teyzemi kaybetmenin acısını yüreklerinin en derinliklerinde yaşayan dayımın ve annemin birbirlerine bağlılıkları, sevgileri, aşkla tutkuları anlatılır türden değildir.

12 Eylül öncesi Elbistan'da yaşayan sevgili dayıcığım henüz çok genç yaşda devrimci mücadele ile tanışır ve kadro düzeyinde görev alır. Halkın Yolu hareketinin Karadeniz ve Akdeniz'de örgütlenmesinde önemli katkılar sunar. Önce Elbistan Termik Santrali'nde daha sonra da Karadenzi'de seyyar satıcı olarak çalışan dayım bir yandan isçi ve halk örgütlenmesinde çalışırken diğer yandan sürekli okuyarak kendini teorik anlamda donatır. O, okumaya olan tutkusu ömrünün sonuna kadar sürdürmüş, okuduklarını salt teorik bilgi olarak hiçbir zaman görmemiş bunları hayatın pratiğinde doğru ve yerinde kullanmayı bilmiş gerçek bir devrimcidir.

12 Eylül faşizmi O'nu alıp, inkar edince sevgili nenem Gülizar Karakoç oğlunun peşine düşmüş ve üç ay fiili işkenceye maruz kalan dayımı Maraş'da bulmuştur. 3 aylık işkenceden sonra, önce Maraş kapalı Cezaevine ardından da Mersin E tipi Cezaevi'ni atılan dayımı ilk ziyarete gittiğinde nenemle aralarında geçenleri, hem nenemin ve hem de dayımın ruh hallerini, daha sonra kendileri tarafından bize anlatılanlardan anlayacaktık.

Dayımın birinci dereceden destekçisi, devrimci yoldaşı olan nenemin dayımı cezaevinde ziyarete giderken kendi kendine ve beraberinde götürdüğü eşleri, çocukları, kardeşleri dayım gibi ceazevinde olan ailelere şu telkinde bulunduğunu daha sonra bizlere anlatacaktır: 'burada ağlaşmak, sızlanmak yok. Ağlamayacağız. Bizim çocuklarımız, eşleriniz, kardeşleriniz kötü bir şey yapmadılar. Onlar halkı için savaştı, mücadele etti. Onlara destek vermek, moral vermek için buradayız. Eğer onlar işkencede çözülmemişse bizim görevimiz onların onurlu mücadelesine daha fazla destek vermektir. Bana söz vereceksiniz, ağlamayacaksınız. Gözyaşlarımızı faşistlere göstermeyeceğiz, güçlü olacağız, yıkılmayacağız...'

Dayımın o ilk ziyarete dair anlattıkları ise şunlardı: 'anamla sorgudan sonra ilk kez karşılaşacaktım. Gördüğümüz ağır işkencelerden dolayı epey hırpalanmış, fiziken çökmüş ve zayıflamıştık. Anam beni bu şekilde görsün istemiyordum. O'nun beni bu şekilde görmeye dayanamayacağını düşünüyordum. Bunun endişesiyle ziyarete çıkmıştım. Anam, yiğit anam beni görür görmez O'nun bizlere ve devrime olan inancı, direnme gücü ve bizlere verdiği moral bizim sorguda direnmemizin haklılığını, onurunu bizlere yeniden yaşattı. Anam bana ilk şunları soracaktı: 'Paşako, çözülmedin değil mi, kimseleri ele vermedin, arkadaşlarına ihanet etmedin değil mi?' Bunun üzerine çözülmediğimizi, direndiğimizi söylediğimde coşku ve sevinçle faşizme meydan okuyan ışıltılı gözlerle ve her zamanki gür sesiyle bizlere şunları söyleyecekti:'Oğlum biz sonuna kadar arkandayız, arkanızdayız. Burada seninle yatan tüm arkadaşların benim oğullarım ve kızlarımdır. Sizler direndiniz, direnmeye devam edin. Sizler adam öldürmediniz, hırsızlık yapmadınız, kimseye haksızlık yapmadınız, halkınız için burdasınız. Ben var oldukça senin yanındayım, sizin yanınızdayım. Yıkılmayın, yılmayın, direnin... Seni çok iyi gördüm. Bizleri merake etme. Çocukları merak etme, arkadaşlarına da söyle direnmeye devam etsinler. Seni aradığımda aylarca inkar ettiler, ama seni buldum Paşa'm, yine bulurum...
Anamın bu konuşmaları sadece bana değil benimle aynı cezaevinde yatan tüm devrimci tutsaklara moral vermiş ve bizi adeta işkencenin karanlık çukurundan alıp, aydınlığa çıkarmıştı.'

Henüz 28 yaşında 5 çocuk babasıyken ağır işkencelere maruz kalan dayıcığım gördüğü ağır işkencelerden dolayı cezaevinden çıkar çıkmaz siroz oldu. Defalarca mide kanamaları yaşadı ve ölüm tehlikesi atlattı. Ankara Tıp Fakültesi'nde tedavi gördüğü sırada doktoru olan Profesör Özden hanım dayımın zor bulunan kanı anında tedarik edilemediğinden defalarca yatıp kendisine kan verdi. Dayım ahde vefa olarak ceazevinden çıktıktan sonra doğan kızın adını Özden koydu. Özden hanımın çabaları sonucu tedavi görmek üzere heyet raporuyla İsviçre'ye gönderildiğinde arkasında eşini, 6 çocuğunu, gözleri görmeyen bir bana, direngen ama çilekeş bir ana ile iki de kardeş bırakacaktı.

Sevgili nenem tüm imkanlarını kullanarak dayımın eşini ve çocuklarını birer ikişer O'nun yanına göndermeyi başardığında ailenin yeniden bir araya gelmesi birkaç yılı bulacaktı. İsviçre'de yaklaşık 20 yıl vatandaşlık hakkı alamayan dayım ülkesine hasret bir şekilde ve sağlık sorunları devam ederek yaşadı. Dayımın İsviçre'ye gidişinden sonra İngiltere'ye yerleşen dedeciğim kısa bir süre sonra Londra'da vefat etti. Devrimci mücadele saflarında her zaman en önde olan ve Devrimcilerin ve Kürtlerin özgürlük mücadelesinin simgelerinden biri haline gelen Dersim yetimi, Alişer Efendi'nin yeğeni neneciğim ise 6 yıl önce aramızdan ayrılıp Hakk'a yürüyecekti.

Kürdistan dağlarında halkı için mücadele eden kardeşim Agir Serhildan'ın arkadaşlarıyla birlikte 14 yıl önce bir ihbar sonucu pusuya düşürülerek katledilmelerinin haberini alan dayıcığım, büyük bir darbe ile yıkılacak ve siroz olan karaciğeri bu kez kansere dönüşecekti. Geçen Ağustos ayında Agir ve dava arkadaşları için düzenlenen anmada söyledikleri O'nun hayata bakışını en güzel şekilde ifade eden sözlerdi. Devrime olan inancından zerre kadar aşınma yaşamadığını, PKK'li olmadığı halde bir sosyalist olarak ve bir Kürt olarak sürekli eleştirel destek verdiğini, Kürt hareketinin Kürtleri özgürleştirme konusunda önemli bir işlev gördüğünü, Gerillanın hakkının teslim edilmesi gerektiğini, Kürt mücadelesinin binlerce fedakar gerilla sayesinde devam ettiğini, Avrupa'da yaşayan halkımızın çürümüş değer yargıları, bireysellik, bencillik, kapitalist yaşam biçimi karşısında kendi değerlerimize sahip çıkması ve mücadeleye daha fazla katkı sunması gerektiğini, sol-sosyalist mücedeleye olan ihtiyacın devam ettiğini, Alevi Hareketinin kendi geleceği ile ilgili karar vermesi gerektiğini ve yükselen özgürlük mücadelesindeki yerini alması gerektiğini uzun uzun anlatığında, yer yer boğazını düğümleyen kelimelere yaptığı vurgu, kürsüdeki inançlı- dik ama Agir ve yoldaşlarına olan saygıdan dolayı ceketinin önünü saygıyla ilikleyerek duruşu, salondaki yüzlerce insanı hem hıçkırıklara boğmuş ve hem de uzun uzun düşündürmüştü. Dayım İsviçre'ye gittikten sonra da devrimci mücadeleden kopmamış, pratik mücadelede aktif olmayı sürdürmüştü. En önmeli özelliği paylaşımı, dayanışmayı ve insan sevgisini hayatında yaşayarak ve yaşatarak diğer insanlara ve bizlere örnek olmasıydı. Bunu içselleştirmeyen insanın devrimciliği zaten şüphe götürür türdendi O'nun için. Bu hayat felsefesiyle olaylara yaklaşan dayıcığım hayatında pişmanlıklara yer vermeden onurlu bir şekilde yaşadı.

O kelimenin tam anlamıyla bir insan aşığı, bir halk adamıydı. Evde bir çay içecek olsa yanında dostlarını muhakkak arardı. Ekmeğini, bilgisini ve tüm imkanlarını insanlarla sonuna kadar paylaşmayı bilen bir gönül insanıydı. İnsana, özellikle de çocuklara olan sevgisi sonsuzdu. Tedavi gördüğü kısa dönem içerisinde en fazla şikayet ettiği konu en büyüğü 6 yaşında olan minik torunlarını ve yeğenini kucaklayıp, öpemiyor olmasıydı. Dayım Paşa karakoç: “bir can için yalvaracak değilim, ölürsem de canım sağ olsun...” diyebilecek kadar hayatı seven ve hayata güzel bir pencereden bakan bir insandı. O ölümü yenmiş, ölümü öldürmüş bir insandı. O nedenle de bizlere herhangi bir vasiyet bırakmadan aramızdan fiziken ayrıldığında tek dileği 'birbirinize ve kendinize iyi bakın, ağlamayın, üzülmeyin...' olmuştu.

İstanbul'da tedavi gördüğü hastahanede başta profesörü olmak üzere O'nun tedavi sürecinde yanında olan, O'nu tanıyanların aileden birini kaybetmiş gibi ağlaşmalarının nedeni O'nun ameliyattan çıkar çıkmaz hemşirelerine, hastahane personeline şiirler okuyup, deyişler, türküler söylecek kadar pozitif düşünebilen, tek tek hemşirelerin özel sorunlarıyla ilgilenen, aile durumlarını, geçim sıkıntılarını kendine dert edinen, insana insan olduğu için değer veren ve sahiplenen bir insan olmasıydı.

Devrimcilerin ortak kaderi olan; işkence, mahpus ve sürgün dayımın peşini bırakmamasına rağmen O, son ana kadar mücadele etti. Bir devrimci olarak yaşadı ve 28 Haziran 2013'de bir devrimci olarak bu dünyadan göçtü. O'nun nerede sırlanacağı konusu gündeme geldiğinde vatanı işgal altında olan biz Kürtlerin ortak kaderi bir kırbaç gibi yine yüzümüze çarpacak ve yüreğimizi lime lime edecekti. Kendisi Elbistan'lıydı ama köyünden fiziki bağları neredeyse tamamen kopmuş, köyde kimsemiz kalmamıştı. Evi, eşi ve çocukları İsviçre'deydi. Genç yaşta kaybettiğimiz teyzeciğim Malatya Kürecik'te yatmaktaydı. Uzun bir süre dönecek diye yolunu beklediği ve derdinden derbeder olduğu yeğeni Agir, Adıyaman'da arkadaşlarıyla ortak bir kabristandaydı. En büyük dayanağı sevgili anacığı ve çilekeş babası Londra'da istirahatteydi. Peki dayıcığımın yurdu neresiydi? Yurdumuz neresiydi...?

Ailenin ortak kararıyla Londara'daki anne ve babasının yanına getirilmesine karar verildiğinde bana düşen ise O'na mezar yeri bakmak ve cenaze işlemleriyle ilgilenmek olacaktı. Bu kadar onurlu, yüreği insan sevgisiyle dolu bir insanı sonsuzluğa yolcu etmek hayatımın en zor işi olacaktı. Yengemin anlattığına göre birgün İsviçre'de yaşlı bir nine sokakta köpeğini gezdirirken dayım: 'neneye de kurban olayım köpeğine de...'diyebilecek kadar insandır. İşte bu denli insana aşık bir insanın Hakk'a yürüme merasimine Londra'da yaşamamasına rağmen binlerce insan akın etmiş, dünyanın çeşitli yerlerinden gelenlerle vize engeline takılıp, gelemeyenler telefon açarak acımızı bizlerle paylaşmış ve bu güzel insana yakışır bir merasim düzenlenmiştir. Kendi sesinden, kendi bestelerinin okunduğu törende erkanı yürüten Dede'nin sesini titreten şey, dayım Paşa Karakoç'un insana yaptığı yatırım karşısında gördüğü ilgi, sevgi ve vefa olomuştur. Dava arkadaşları, Devrimci dost kurumlar çelenk ve çiçekleriyle ve bizzatihi katılarak dayımı son yolculuğunda yalnız bırakmadılar.

Bazı insanları anlatmak zordur. Paşa Karakoç'u anlatmak zordur, O'nu ancak yaşarsınız. Ne yazsak, ne kadar konuşsak eksik kalır. Bir yıldız kaydı ve biz geride kalanlar O'nun anılarıyla, O'nun şiir ve besteleriyle, O'nun değerleri ve ilkeleriyle yaşayarak, O'nu sonsuza kadar yaşatacağımızı çok iyi biliyoruz.

Seni Çok Seviyoruz, Seni Çok Özleyeceğiz ve Seni Asla Unutmayacağız Sevgili Dayıcığım...