Saturday 24 May 2014

BIR EMPERYALİST PROJE OLARAK: ERDOĞAN - GÜLEN

BIR EMPERYALİST PROJE OLARAK: ERDOĞAN - GÜLEN
24.05.2015
(Selda H. Aksoy)

Soğuk savaş döneminin sona ermesi ve tek kutuplu kapitalist dünyaya geçişle beraber, dünyanın dengesi daha da bozuldu. Eski Sovyet sistemi tüm olumsuzluklarına, açmazlarına rağmen vahşi kapitalizmin gemini tutan ve dizginleyen bir görev üstleniyordu. Tabii ki bunu ancak Soyetlerdeki çözülme yaşandıktan sonra, can yakıcı bir şekilde daha iyi anlamış olduk bir çoğumuz.

Kapitalizmin karakteristik krizi yeni milenyuma adım atmamızla beraber daha da büyüdü. Giderek sosyal, kültürel, siyasal bir kriz haline gelmesi ise kaçınılmazdı. Öyle de oldu. Küreselleşme adı altında emperyalistler tarafından dünyaya dayatılan tek tipleştirme politikaları; sosyal, kültürel, ekonomik ve politik alanda istenildiği kadar kolay ve hızlı işlemeyince kriz daha da arttı. Öyle ki 2003 Irak savaşı öncesi Amerika'nın bazı eyaletlerinde pirinç, ekmek, et ve süt satışları bile karneye bağlanarak, var olan yetersiz stokların kullanımı yeniden düzenlenmeye ve açlık ve kıtlık sorununa yeni çareler bulunmaya çalışılıyordu. Tabii Irak ve Afganistan savaşları vahşi kapitalizmin kâr hırsını doyurmak ve kapitalizmin dönemsel ama eskiye nazaran (1920'ler ve 1970'ler dahil)alan olarak daha etkin olan krizine çareler bulmak için tasarlanmış savaşlardı.

Elbette öncelikle savaşlara gerekçeler yaratılmalıydı. Bunun için ABD'nin bizzat planladığı 11 Eylül İkiz Kulelerin ve Pentagon binasının vurulması saldırıları planlandı ve 'Saddam gibi bir diktatörün emrinde Irak'ta nükleer santral kuruluyor' yaygarası koparıldı ve plan devreye sokuldu. Planın uygulanması için bir paravana, bir maşaya ihtiyaç vardı. Tabii ki bunun için yıllarca 'Komünizm tehlikesine' karşı bir gladio örgüt olarak ABD'nin yarattığı, finanse ettiği ve dünyanın birçok bölgesinde kirli işleri için kulandığı Al Qaide terörist örgütünden daha iyi bir maşa bulunamazdı.

Irak ve Afganistan savaşlarının hedeflediği şey; petrol ve doğal gaz rezervlerine el koymak, ve bölgeyi yeniden emperyalistlerin lehine şekillendirmekti. Bu plan işletildi fakat bu da kendi başına vahşi kapitalizmin derin krizine çare olamadı. Irak ve Afganistan'da batağa saplanan ABD ve Batılı ittifakları tüm Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmeye ama bunu Irak ve Afganistan'daki gibi direk kendi ordularını kullanarak değil, yeni bir yöntemle yapmaya soyundular.

Sırada Libya, Suriye, Mısır, İran ve Kürdistan vardı. Bu ülkelerin (Kürdistan'ı ayrı tutarsak) ortak özelliği, küreselleşme politikalarına tam uyum sağlamamaları ve yer altı ve yerüstü zenginlikleriydi. Bahsi geçen ülkeler vahşi kapitalizmin iktisadi politikalarının sürdürülmesi açısından sorunlu bölgelerdi. IMF ve Dünya Bankası'nın borçlandırmakta zorlandığı ülkelerdi. Ekonomik, sosyal , kültürel ve politik olarak küreselleşme politikalarının tam olarak uygulanamadığı ülkelerdi. Bu nedenle Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesinde (BOP-Büyük Ortadoğu Projesi) öncelik verilmesi gereken yerlerdi. Savaş bu kez Irak ve Afganistan'daki gibi devam edemezdi. Emperyalistler bu iki savaşta da en büyük karşı çıkışları ve resti Amerika ve Britanya halklarından görmüşler ve girdikleri bataktan nasıl kurtulacaklarının çaresine bakmaya başlamışlardı.

Bu açmaz, emperyalistlerin yeni bir arayış ve konsept oluşturmalarına neden olacaktı. Bu konsepte göre ABD ve Ingiltere askerlerinin bizzat savaşa katılması yerine, bahsi geçen bölgelerde gladio tipi örgütlenmelerle bu iş kotarılacaktı. Bunun için de öncelikle bu bölgelerde iç çatışmaların yaratılması, var olanların derinleştirilmesi ve bölge ülke ve halklarının birbirine düşman edilmesi gerekmekteydi. BOP projesinin uygulanabilmesi için ABD'nin en yakın ittifakı, soğuk savaş döneminin savaş örgütü olan ama soğuk savaşın bitmesine rağmen kendini feshetmeyen NATO'nun da vazgeçilmez üyesi olan Türkiye'ye ihtiyaç vardı.

Tayyip Erdoğan ve Fetullah Gülen işte tam da bu noktada devreye sokuldu. Gülen okullarını yasaklayan onlarca ülkenin artık şüphe etmedikleri bir gerçek olarak, Fettullah Gülen'in CİA'ye çalıştığı ve Gülen hareketinin misyoner rol oynadığı bu dönemde “ılımlı İslam” projesiyle Tayyip Erdoğan ve partisi AKP, Ortadoğu'ya rol model olarak sunulmaya başlandı. Öyle ki; Mısır'da sembolü ampül, adı da AKP olan bir parti bile açıldı.

Recep Tayyip Erdoğan yoksulların, mazlumların, ezilmişlerin sesi olacağını deklare ederek, birçok ayak oyunu ve hile ile ve elbette ABD'nin desteği ve yönlendirmesiyle iktidara yürüdü. 12 yıllık iktidarı döneminde kendinden her isteneni yaptı. En önemli devlet ve kamu kurumlarını kendisine bağlamayla işe başladı. Yargı, emniyet, askeriye, eğitim, diyanet ve medyayı tamamen kendine bağladı. Bunu gah saldırı yöntemiyle, gah o alanlarda kadrolaşarak başardı. Öyle ki, geçtiğimiz yıl Gülen Hareketiyle başlayan çatışması sonucunda Gülen cemaatinden olan emniyetçi, hukukçu ve bürokratları pasifize edecek kadar devlet ve kamuda palazlandı, yerleşti.

Erdoğan'ın oynadığı misyon gereği kardeş ülke dediği Suriye'ye saldırması, orada konuşlanan ve Rojava başta olmak üzere Kürd ve Suriye halklarıyla savaşan Al Qaide'ye bağlı Al Nusra teröristlerine parasal yardım, silah sevkiyatı, kimyasal bomba malzemesi, logistik destek sağlamakla kalmadı, gerektiğinde orada emperyalistler lehine mazlum halklarla savaşmak üzere terörist yetiştirip gönderdi. O da yetmedi Türk ordusunu salıp, Rojava'da Kürdlere karşı savaştırdı. Bu dönemde Ortadoğu'da başlayan ve Arap Baharı olarak tarihe geçen halk ayaklanmalarını bastırmak, emperyalistler lehine tersyüz etmek, Mısır'da olduğu gibi kukla diktatörlerle var olan ilerici atılımları ve isyanları yok etmek için olağanüstü çaba sarfeden emperyalistlerin politikalarından milim sapmayan bir politik hat izledi.

Bu arada Güney-Batı Kürdistan'da başlayan halk devrimi sonucu Rojava özerkliğini ilan etti. Mart 2014 yerel seçimlerinde tüm Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da 40 ilde elektrik kesintileri yaparak, sandıkları çalarak hile ve baskı ile seçimlerden yine birinci parti olarak çıkan AKP'nin Kuzey Kürdistan'ı diğer parçalardan ayıran sınır hattı boyundaki tüm yerel yönetimleri almak için özellikle olağanüstü çaba sarfetmesi Erdoğan ve şürekasının bununla nereye varmak istediği konusunda da bize ipuçları vermektedir. Bu bölgeleri Kürtlerin kontrolünden çıkararak, ilerde yaşanacak çatışma ve savaşta diledikleri gibi o alanlarda at oynatacakları hale getirmeye çalıştıkları aşikar. Örneğin, Ağrı'da oylar 15 kez sayılmasına rağmen BDP'nin orada birinci parti olmasına rağmen bu hazmedilememiş ve seçimler yenilenmek üzere iptal edilmiştir. Rojava'ya komşu olan Ceylanpınar'ın özellikle BDP'nin elinden alınmaya çalışılması da aynı hedefe uygun atılan adımlardır.

Erdoğan'ın her toplumsal olayda şiddeti tırmandıran açıklamalar yapması ve toplumu ayrıştıran bir dil kullanması misyonu gereğidir. Bunu Erdoğan'ın bozulan psikolojisiyle veya iktidar hısrıyla açıklamaya çalışmak son derece naif yaklaşımlar olsa da resmin tamamını görmekten uzaktır.Örneğin Erdoğan'ın Roboske katliamında orduya teşekkür etmesi, Gezi katliamlarında “polisimiz destan yazmıştır” deyip katliamları onaylaması hatta katliamcı polisleri ödüllendirerek yüreklendirmesi, Reyhanlı saldırısında gelişmeleri haber veren asker Umur Talu hariç faillerin yargılanmaması, Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın vakfı üzerinden Al Qaidecilerle kurduğu finansal ilişkiler, kabine bakanlarının Al Qaideci terörist başlarıyla poz poz fotoğrafları, 14 yaşında polislerce vurulup katledilen Berkin Elvan'ı terörist ilan edip, meydanlarda acılı anaları yuhalatması ve en son Soma Maden katiamında madencileri ve babalarını kaybeden madenci çocuklarına tekme-tokat ve yumruklarla saldırması, her fırsatta Alevilerle ilgili aşağlayıcı, rencide edici ve hedef gösterici bir dil kullanması ve bunların hepsi emperyalist bir projenin parçaları olarak mükemmel bir şekilde görevini yapan bir misyonerin tavrından başka bir şey değildir.

Bununla hedeflenen ve işletilen plan şudur; Erdoğan işe toplum mühendisliğiyle başlamıştır. Toplumu yeniden şekillendirmenin en kolay yolu din afyonudur. O da bunu çok iyi kullanmıştır. 'Dindar toplum yaratacağız' söyleminin altında yatan şey; sorgulamayan, dilenci knumuna düşürülmüş, gerici ama ahlaktan yoksun, her şart altında biat eden bir toplumun inşaasıdır. Bu nedenle eğitim sistemi baştan aşağıya değiştirilmiş, tüm ilk ve ortaokullar imamhatip okulu haline dönüştürülmüş, Alevi ve diğer gayrı-Müslüm çocuklar tüm ülkede fişlenmiştir.

Toplum mühendisliğinin ikinci ayağı Kürdler üzerinedir. Erdoğan, Kürd hareketini “barış süreci” adı altında nötralize etmiştir. Ortadoğu'nun en güçlü hareketi olan Kürd hareketinin emperyalistlere ve Kürdistan'ı dörde bölen işgalci bölge ülkelerine karşı en dinamik ve en yenilmez güç olduğunu hem emperyalistler ve hem de bölge ülkeleri çok iyi bilmektedirler. Erdoğan, projesini hayata geçirirken Kürdleri İslam kardeşliği aldatmacası ve barış kozuyla kendine bağlamayı hedeflemiş ve ucu açık ama Kürdlerin aleyhine işleyen bir sürece mahkum etmiştir. Böylelikle Kürdler ne Kuzey Kürdistan'da yeni kurulan yüzlerce kalekol ve karakola, ne Rojava sınırına çekilen duvara, ne Gezi Direnişine, ne hergün Rojava sınırında vurulup öldürülen kardeşlerine, ve ne de Al Nusra'nın Kürdistan'da konuşlanmasına karşı yeterli ve gerekli tepkiyi örgütleyememiş adeta siyasi felce uğratılmışlardır. Öte yandan Türkiye'de Kürdlere karşı geliştirilen nefret söylemi ve suçları (linçler) bizzat Erdoğan tarafından kullanılan dille yaygınlaştırılmış ve normalleşmiştir. Buna rağmen Kürdistan'da bu güne kadar herhangi bir Türke linç uygulanmamış ve nefret söylemi geliştirilmemiş olması emperyalistlerin ve dolayısıyla onların kuklası Erdoğan'ın etnik temelli halklar arası çatışma ve halk savaşı hülyasını suya düşürmüştür.

Hal böyle olunca da, Türkiye ve Kürdistan'ı çatışma ve savaşın içine çekmek için gerekli olan koşulların yaratılması için inanç temelli çatışmanın devreye sokulması için kollar sıvanmıştır. Bu tıpkı Irak'da Falluca'nın iki yıl boyunca dış dünyadan izole edilerek, tüm kutsal mekanlar bombalanarak yaratılan Şii-Sünni çatışmasının tekrarı gibidir. Erdoğan bunun için öncelikle İslamın Alevi düşmanlığından yararlanmaya çalışmaktadır. Dünyanın en masum halkı Alevileri bir toplumsal çatışmanın ve savaşın içine çekmeye çalıştığı aşikardır. Cemevleriyle ilgili yaptığı açıklamalar, Almanya'da yaşayan Alevilere dönük hakaretleri, Gezi'de öldürülenlerin hepsinin Alevi oluşu, Okmeydanı'nda Cemevi'ne kurşunla saldırıp Alevi gençlerinin öldürülmesi ve bunların tümü Alevileri inanç eksenli bir çatışmanın içine çekmek içindir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus Erdoğan'ın her toplumsal olayda eli satırlı, dincileri halkın üzerine salmasıdır. Bundan çıkarılması gereken sonuç ise: her an çatışmaya ve katliam işlemeye hazır böyle bir ekibin, böyle bir illegal gücün (yeşil gladio) varlığıdır. Bunu bizzat destekleyen ve yaratan da Erdoğan'ın kendisidir. Erdoğan bunu Gezi olayları sırasında “biz 50% yi evde zor tutuyoruz...” dedikten hemen sonra bu eli satırlıların Gezi direnişçilerine saldırması bunun en iyi kanıtıdır.

Suriye ve Rojava sınırında beslediği Al Nusra ve İSİD çetelerinin daha uzun süre orada kalması ve Türkiye'deki toplumsal olayların bizzat Erdoğan eliyle ve diliyle tırmandırılarak, giderek bir kaos ve çatışma ortamının hazırlanması ve bunun neticesinde emperyalist müdahalenin zemininin hazırlanması hedeflenmektedir. Erdoğan'ın misyonu bunu gerçekleştirmektir. Bunun için de görevini mükemmel yaptığını söyleyebiliriz. Hem Kürdistan'ın ve hem de Türkiye'nin BOP projesinin dışında düşünülmesi akla ve mantığa aykırı, aşırı iyimser bir tutum olacaktır. Önümüzdeki dönemde Türkiye ve Kürdistan'ın topyekün bir savaşa dahil edilme ihtimali çok yüksektir. Bunun nedeni dünya bor madenlerinin 70% inin Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da olması, Kürdistan'ın petrol bakımından son derece zengin olması, içme suları bakımından dünyanın en zengin bölgesi olması, Yeraltı madenlerine hala el değmemiş olması ve elbette kültürel zenginliğini sayabiliriz.

Peki Erdoğan ve Gülen tüm bunları neden yapmaktadır. Birincisi, Erdoğan'ın Soma'da madenciye “İsrail dölü” demesinin altındaki nedenlere bakmak gerekir. Erdoğan ve tayfası gerçek anlamda hiçbir zaman İsrail karşıtı olmadıkları gibi birer Yahudi misyoneri oldukları artık bilinen bir gerçektir. Tıpkı, Gülen'i finanse edenlerin Amerika'daki Yahudi lobisi olduğunu bilmeyenin kalmadığı gibi. Bu nedenle Erdoğan bu gerçeği örtbas etmek için arada bir “one minutes” diye yalancıktan bağırmaktadır.

İkincisi, Erdoğan ve yakınları hayal edemeyecekleri kadar zenginleşmişlerdir. Bu emperyalistlere hizmet sonucu vardıkları noktadır. Bu O'nun ödülüdür ve iddia edilenlere bakılırsa Erdoğan ve tayfasının yolsuzlukları karşısında misyonunu tamamladığı takdirde ABD'nin kendisine önerdiği seçeneklerden biri; yolsuzluk, rüşvet ve dolandırıcılıkla elde ettiği paralarla beraber ailesiyle kaçıp, İngiltere'ye yerleşebileceği yönündedir.
Üçüncüsü, bilindiği gibi RT Erdoğan kolon kanseridir ve üç kez bağırsaklarından ameliyat olmuştur. Kanserin birçok türüne çare olan ilaç üretilmesine rağmen dünya ilaç devlerinin bunun üretimini ve piyasaya sunulmasını engellediği bilinmektedir. Bunun başında da ABD ve Alman ilaç firmaları gelmektedir. Erdoğan'a kansere kesin çözüm tedavisinin uygulandığını düşünmekte sakınca yoktur. Bu da Erdoğan'ın bir başka diyet borcudur, emperyalist yandaşlarına karşı ödemesi gereken.

Dördüncüsü, Erdoğan ve Gülen çatışmasıdır. Kanımızca bu da senaryonun bir parçasıdır. En iyimser tahminle rant bölüşümü konusunda içine düşülen bir ihtilaftan öte bir çatışma değildir. Çünkü neticede Erdoğan ve Gülen'i besleyen, destekleyen ve bu arenada oynatan güçler birbirinden ayrı ve gayrı değildir. Her ikisinin de ipini tutan Yahudi lobisi ve CIA'dir.