Saturday 17 August 2013

ULUSAL KONGRE'DEN BEKLENTİLER

ULUSAL KONGRE'DEN BEKLENTİLER
17.08.2013- H.Selda Aksoy

24-26 Ağustos'da gerçekleşmesi beklenen ama hazırlıkları Rojava'da Kürtlere uygulanan katliamlardan dolayı tamamlanamadığı için iki hafta ertelenen Kürt Ulusal Kongresi hepimizin uzun süredir beklediği ve hepimizi fazlasıyla heyecanlandıran bir girişimdir.

Bu kongrede tabiri caizse Kürtler kendi kaderlerine yön verecek kararlar alacaklar veya bu konudaki tutumlarını netleştirecekler. Kürtler dört parça Kürdistan'da sömürgeci devletlerin zulmü altında yüzyıldır inliyorlar. Bu kongrede dört parça Kürdistan'daki Kürtlerin temsilcileri, politik aktörleri, toplum önderleri bu gidişatı tersine çevirebilecek bir yan-yana gelişi, akıl-fikir birliğini ve dolayısıyla politikada ortaklaşmayı sağlayacaklar mıdır, yoksa siyaseten parçalı duruşu devam ettirip, Kürtlerin dört parça Kürdistan'da sömürülmesine, asimile edilmesine ve zulme maruz kalmasına göz mü yumacaklardır? Asıl sorun budur.

Kürtlerin siyaseten parçalı duruşu elbette Kürdistan'ın emperyalistler eliyle ve bölgedeki sömürgeci ulus devletler tarafından dört parçaya bölünmesinden bağımsız ele alınamaz. Kürtlerdeki parçalı duruş tam anlamıyla Kürdistan'ın parçalanmışlığıyla doğrudan bağlantılı bir sonuçtur. Bu Kongre tam da bu sonucu tersine çevirebilmek için zorunlu ve hayati bir anlam taşıyor.

Kongreye davet edilecek parti ve yapıların yanı sıra Kürt akademisyenleri, Kürt aydınları ve Kürt medyasının da katılımcı delege olarak yer almaları önemli ve üzerinden atlanmaması gereken bir konu.

Bu kongreden beklentiler çeşit çeşit olsa da öz itibariyle sanırım dünyadaki tüm Kürtlerin ortak beklentisi Kürtler arası birliğin sağlanması ve bu birliğin Kürdistan'ın sömürgesizleştirilmesi, Kürtlerin özgürleşmesi konusunda mutabık kalmasıdır.

Bu konuda araç-yöntem-siyaset farklılıkları olması elbette son derece doğaldır. Lakin, bu farklılıkların en asgari düzeye çekilmesi ve bugünün ihtiyaçlarına göre Kongre'den çıkacak iradenin Kürtlerin siyasal ve sosyal öncülüğünü üstlenecek bir üst yapıya kavuşturulması gerekiyor. Kürtlerin tüm farklılıklarını zenginlik olarak kongreye katmak, tüm Kürtleri temsil edecek ve oradan ana hatlarıyla tüm Kürtleri tatmin edecek kararlar çıkarabilmek kongreden beklenendir.

Kürtlerin temsiliyeti hesaplanırken inançsal farklılıkların da hesaba katılması şarttır. Kongreye katılacak olan İslami Kürt yapıların ve partilerin (ki bunların sayısı oldukça yüksektir) yanısıra Ezidi Kürtlerin, Alevi Kürtlerin, Hristiyan ve Musevi Kürtlerin ve diğer inançlara sahip Kürt temsilcilerinin atlanmaması gerekir. Tüm bunlar ulusal birlik açısından ilerde gelişebilecek tartışmaların ve hazımsızlıkların önünü keseceği gibi, kurulmak istenen birliğin de gereğidir.

Kürtleri tatmin edecek kararların başında Kürtlerin ulusal olarak bir statüye kavuşturulması sorunu gelmektedir. Bu konuda Kuzey Kürdistan'daki Kürt yapılarının önemli bir kısmı başta olmak üzere 'ulus devlet istemiyoruz' diye tarif edilen ama ne istediğini de tam tarif etmeyen flu duruşun netlik kazanması gerekiyor. Buna örnek olarak BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın iki gün önce katıldığı bir tv programında 'Kürtler ne istiyor?' sorusuna mukabil söylediklerine bakmamız yeterlidir: 'Bağımsız devlet kurmak başka birşeydir, ulus devlet kurmak başka birseydir. Kürtlerin, ulusların kendi kaderini tayin hakkından kaynaklı ayrı devlet kurma hakları vardır. Ama biz ulus devlet kurmak istemiyoruz, Ulus devlet halkların başına beladır. Velev ki, bağımsız bir Kürt devleti kurulsa bile, modeli ulus devlet olmamalıdır. Biz, Türkiye sınırlarında bir arada eşit ve özgür yaşamak istiyoruz...'

Lafı evirip çevirmeden sormak istiyorum: Kürtler devlet kurma haklarını neden kullanmak istemesinler? Bunun nasıl bir devlet modeli olacağına karar verecek olan da yine Kürtlerse ulus devlet modelini Kürtlere dayatan mı vardır ki, ille de ayrı- bağımsız devlet kurma hakkını ulus devletle özdeşleştirip öteliyorsunuz? Kürtler nasıl bir devlet kurmak istedikleri konusunu veya sömürge devletlerden ayrılıp ayrılmama konusunu neden sadece ulus devlet üzerinden tartışmak zorunda kalsınlar? Dünyada birtek ulus devlet modeli olmadığını sayın Demirtaş ve temsilcisi olduğu siyasal akım herkesten iyi bildiği halde, neden federe devlet, otonom devlet modelleri üzerinde tartışmak yerine ille de Türkiye'nin sınırlarına mutabık kalan bir seçeneğe hapsolarak tartışmak zorunda bırakılıyoruz? Özerk yerel yönetimler tarifi yerine ayrı otonomileri olan devlet modeli neden tartışılmıyor? Bu soruları çoğaltmak mümkündür fakat görünen o ki, Kuzey Kürdistan'daki Kürt hareketi kendini fazlasıyla 'barış sürecine' vakfetmiş ve oradan 90 yıllık Türk ulus devletinin kurucu aklının değişeceği ve Kürtlere özerklik tanıyacağı hayaline kapılmıştır. Ne yazık ki, Türk cephesinde işlerin hiç de böyle yürümediğini yine Kürt özgürlük hareketinin öncüleri dile getirmektedirler.

PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Newroz 2013 açıklamasıyla kamuoyuna Kürt Hareketi tarafından deklare edilen 'Barış Süreci'nin başlamasından bu yana Kürtler açısından neler değişti hepimizin malumu.

18 Mayıs itibariyle Kürt tarafı gerillalarının önemli bir kısmını sınır dışına (Kürdistan'ı bölen sahte sınırların) çekti. Artık çatışma yok, bu en iyisi.

Devlet ve Akp hükümeti cephesinden ise, barış sürecine dair hiçbir olumlu adım henüz yok. Akil İnsanlar komisyonu diye bölgelere gönderilenlerin bir kısmı da Gezi Direnişi'ne devletin gösterdiği vandalizm ve şiddet tavrından dolayı istifa ettiklerini açıklamalarıyla o çalışma da bir nevi durmuş oldu. Ya da devam ediyorsa bile halka yansıyan birşey yok. Anayasa uzlaşma komisyonu henüz ortak kapsayıcı bir anayasa taslağında anlaşabilmiş değil.

Bırakalım Kürtlere statü tanımayı, seçim barajının ortadan kaldırılması veya düşürülmesine dahi yanaşmıyor iktidar. Kürtçe dilinde eğitim konusunda devletin iki yüzlü, inkarcı tavrı aynen devam ediyor.

Kürdistan'da sömürgeci devletin karakollarının yapılmasına devam ediliyor. Batı'da Kürtlere linç girişimleri devam ediyor. Ana akım medyada görece bir uslüp ve dil değişiminden bile söz etmek neredeyse imkansız çünkü o değişimi yaşayanlar veya tercih eden gazeteci ve yazarlar zaten bu süreçten önce de varlardı.

Kürt cephesinden 15 Ağustos atılımı dolayısıyla üst üste gelen mesajlar Kürt tarafının süreçten rahatsızlığını açıkça ortaya koyuyor. En son KCK Yürütme Kurulu Başkanı Cemil Bayık ve HPG Anakarargah Komutanı Murat Karayılan'ın bu konudaki endişelerini röportajlardan okuduk.

Bu durumda sömürge devletlerden Kürtlere statü tanımalarını beklemek yerine, Kürtlerin ulusal kongrede kendi kaderlerini tayin etmeleri konusunda bir birliğe varmalarını beklemek sanırız hakkımızdır. Bu yönde çıkacak bir karar, sömürge devletleri de harekete geçirecek ve paniklemelerine yol açacaktır. Aksi takdirde 'barış süreci' diye ifade edilen ve Kürt tarafına psikolojik harp olarak uygulanan; sürümcemede bırakma, yok sayma, tanımama, muhatap almama, yıpratma sürecinin Kürtlere getireceği bir şey olmadığı gibi, bu güne kadar kazanılmış halk desteğinin de giderek zayıflamasına, Kürt halkında moral bozukluğuna ve pasifizmine sebep olacaktır. Nüfusu 40-50 milyon olan Kürt halkının ulusal kongresinde bağımsız bir Kürdistan kurma hakkını karar altına alması başta BM olmak üzere uluslar arası arenada da tartışmalara neden olacaktır. Bu tartışma Kürtlerin yararına olacaktır çünkü nüfüsü 40-50 bin olan uluslara devlet kurma hakkı tanıyan bu yapıların, 50 milyonluk Kürt realitesini yok sayması beklenemez. Kürtlerin ilkesel olarak bağımsız devlet kurma haklarını ulusal kongrede karar altına almaları, bulundukları bölgelerde federe devlete razı olmayacakları anlamını da taşımaz. Yani şöyle ki nihai hedef bağımsız bir Kürdistan olmakla beraber, bugünün şartlarında Kongre dört parça Kürdistan'a özgü öznel hedeflerini gerçekleştirme konusunda bir politikaya, ve esnekliğe sahip olabilir.

Rojava'daki durum Güney Kürdistan'ın ortaya çıkmasına benzer bir süreçte işlemektedir. Rojava'nın kaderi giderek federe bir Suriye içerisinde özerk bir Güney- Batı Kürdistan bölgesi ve yönetimini artık neredeyse zorunlu kılmış ve dayatmıştır. Bu nedenledir ki sömürge devletler Türkiye ve İran hemen devreye girip PYD lideri ile görüşme yapmaya başlamışlardır. İran bundan kendine pay çıkarabilecek siyasal akla ve deneyime sahip bir ülkedir. Suriye'de Esad rejiminin yıkılmasının İran'a tehdit oluşturduğunu bilecek kadar deneyime sahiptir ve bundan dolayı da Kürtlere karşı son derece temkinli davranmaktadır. Geçtiğimiz günlerde PYD lideri Salih Müslüm'ün İran'a davet edilmesi ve tabiri caizse İran Devlet erkanı tarafından, krallar gibi bir prosedür ve şatafatla karşılanıp ağırlanması bundan kaynaklıdır. Doğu Kürdistan'da da İran'ın böylesi bir çözümü ABD-AB ve diğer emperyal güçlerin kendisine uyguladığı tehdide karşı desteklemesi muhtemeldir. Bu durumda İran'a Doğu Kürdistan'da Kürtlerin siyasal bir statüye sahip olmasını siyaseten dayatmak, Kongrenin öncelikli görevleri arasında olmalıdır. İran'da dahil olmak üzere Kürdistan'ı pay eden sömürge devletlerin buna ayak direme şansları artık kalmamıştır. Bu tarihsel olarak yakalanmış bir fırsattır ve kaybedilmemelidir.





No comments:

Post a Comment